Geçtiğimiz Temmuz ayında, Hürriyet Daily News yazarı olan ve Turkey Book Talk bloğuna katkıda bulunan William Armstrong benimle kitabım hakkında bir röportaj yapmıştı. Bu röportaj geçtiğimiz ay blogda yayımlandı. Dilerseniz şuraya tıklayarak İngilizce röportajı dinleyebilirsiniz: Nazlı Alimen on faith, headscarves and conservative fashion in Turkey
Röportajın Türkçe tercümesi ise aşağıda.
Nazlı Alimen ile yaptığımız bu görüşme, Faith and Fashion in Turkey: Consumption, Politics and Islamic Identities (Türkiye’de İnanç ve Moda: Tüketim, Politika ve İslami Kimlikler[IB Tauris, 2018]) başlıklı kitabı üzerine. Gülen, Süleymancı ve Menzil cemaatlerinin üyeleriyle yapılmış derinlikli bir araştırmaya dayanan kitap, ‘muhafazakâr’ giyimin yıllar içinde nasıl politikleştiğini ve kamusal ve özel alanlardaki farklı şekillerini irdelerken, piyasa ile din ilişkisi ve Türkiye’de giderek önem kazanan ‘muhafazakâr’ moda pazarını inceliyor.
Konuya ilgi duymanızı tetikleyen nedir?
Tüketici araştırmaları ve tüketim kültürü çalışmalarına ilgi duyuyordum. O süreçte Türkiye’de İslamcı kadınlarla ilgili pek çok araştırmaya rastladım. ‘İslamcı’ dediğinizde siyasal İslam’ı destekleyen insanlardan bahsediyorsunuz ama siyasal İslam’ın destekçisi olmayan dindar, başörtülü Müslüman kadınlar da var. Ben bu çalışmaları genişletip siyasal İslam’ın destekçisi olmayan kadınları da dahil etmek istedim. Aynı zamanda İslam’da tesettür ve giyim sadece kadınları değil, erkekleri de ilgilendiriyor. Çalışmama erkekleri de dahil ederek İslami kuralları nasıl yorumlayıp uyguladıklarını ve bu bağlamda, özellikle Türkiye gibi ataerkil bir kültürde, cinsiyetler arası ilişkilerin nasıl işlediğini araştırmak istedim. Kadın giyimi ve başörtüsünü hep tartışırız ama erkeklerin kılık kıyafetinden pek bahsetmeyiz. Kadınların ne giymeleri ya da ne giymemeleri gerektiği tartışmalarının ardında politik ve ataerkil bir güç yapısı var. Ben bu tartışmaları genişletmek ve bu konulara farklı bir yönden bakmak istedim.
Kitap onlarca kaynak ve yüz yüze yapılan birebir görüşmelere dayanıyor. Bu araştırma açısından bir hayli özel ve hassas bir konu. Çalışmanızdaki kişilerin güvenini kazanma konusunda zorluk çektiniz mi?
Çok güzel bir dönemde araştırmama başladım. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra cemaatlerle iletişim kurmak eskisi kadar kolay değil ve cemaatten olmayan kişilere karşı şüpheyle yaklaşıyorlar. Bu, daha önce de yaşanmıştı, 28 Şubat [1997 post-modern darbesi] döneminde. Özellikle seküler görünümlü kişilere şüpheyle yaklaşıyorlardı. Ben çalışmama 2012’de, AKP iktidarının 10. yılında [cemaatler] dışarıya daha açıkken [cemaatlerden] kişilerle temas kurmaya başlamıştım. Özellikle de ‘kilit’ görüşmecilerim [key informants] sayesinde [cemaatlerden] kişilere ulaşmak çok zor olmamıştı. Tabii ki, eğer bu kişilerle bir aracı olmadan temasa geçseydim çok zorlanırdım. Çünkü bir skandal yaratmaya çalışan seküler bir gazeteci vs. gibi algılanabilirdim. Ama ‘kilit’ görüşmecilerim [key informants] sayesinde [cemaatlerden] kişilere ulaşabildim. Şu sıralar ise cemaat üyeleriyle görüşme yapmak neredeyse imkânsız. Özellikle Gülencilerle.
Aynı zamanda İslami çevrelerde ‘kadın-erkek’ ilişkilerini düzenleyen bir rejim mevcut. Örneğin, İslami kurallara göre, bir erkek ‘mahrem’i, yani eşi veya birinci derece akrabası olmayan bir kadınla bir arada kalamaz. Yani bir erkek kapalı bir alanda bir kadınla baş başa kalamaz. Bu açıdan yine ‘kilit’ görüşmecilerim [key informants] çok faydalı oldu. [Çalışmamda] kültürel eşik tutucu [gatekeeper] olan bir bay arkadaşım da hem cemaat üyesi kişilerle beni tanıştırdı, hem de gerekli olduğunda görüşmelere katıldı.
Kitabın incelediği önemli figürlerden biri de Şule Yüksel Şenler. 1960’larda köşe yazarı olarak tanınan Şenler, Türkiye’deki dindar çevrelerde bir klasik haline gelen Huzur Sokağı adlı romanın da yazarı. Kendisi kentli ve modern ‘yeni’ başörtüsünü şekillendirenlerden biri. Kitabınızda Şenler’in meşhur ‘yeni’ başörtüsü tarzını Audrey Hepburn’ün Roman Holiday filminde taktığı eşarptan esinlendiğini belirtmişsiniz. Bu tarz, yeni ve özgün olarak değerlendirilmiş ve [eşarbını bu tarz bağlayanları] kırsal kesimden, eğitimsiz, yaşlı ve alt sınıftan kadınlardan ayrıştırmış. Şenler’den ve onun başörtüsü tarzının getirdiği yenilik ve öneminden bize biraz bahsedebilir misiniz?
Başörtüsünün sadece dini sebeplerden ötürü takıldığını söyleyemeyiz. Geleneksel Türk toplumunda, özellikle 1980’lerden önce, tüketim kültürü henüz yaygınlaşmamışken, kadınlar geleneksel olarak başlarını örterlerdi. Örneğin, özellikle evlendikten sonra, ya da kırsal kesimde ve köylerde kızlar, ergenliğe geçişleri ile birlikte başlarını örtmeye başlarlardı veya tarlaya çalışmaya giderken başlarını örterlerdi. Literatürdeki tartışmalar ise 1970’ler ve 80’lerde, özellikle siyasi İslam’ın yayılması ile birlikte kadınların dini öğrenmeye başladıklarını söylüyor. Daha öncesinde ise kadınların dini bir bilgiye sahip olmadan, ailelerinden öğrendikleri şekilde dini pratik ettiklerini ve annelerinden ve büyükannelerinden gördükleri biçimde başlarını örttüklerini söylüyor. Dini kaynakları okuyup bunların nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiğini tartışmadan.
1960’larda, Şule Yüksel Şenler, düşünceleri Gülen cemaatini de şekillendiren Said Nursi’den etkilenmiş. Dini kaynaklardan edindiği bilgilere dayanarak kendi (başörtüsü) tarzını yarattığını belirtmiş. Audrey Hepburn’ün Roman Holiday filmindeki gibi modern tarzlardan etkilenmiş. Şenler kesinlikle bir öncü, başörtülü kadınların ‘influencer’larından biri. Sonraki yılarda ise tarzı bir hayli değişmiş. Büyük boy eşarplar ve uzun pardösüler giymiş. Hatta bir dönem çarşaf giymiş. Yani tarzı yıllar içinde değişmiş. Bu, iddia edilenin tersine, bazı şeylerin dini alanda bile sürekli ya da değişmez olmadığını gösteriyor. Kitabımda anlattığım da bu. İslami pratik ve uygulamaların değiştiği.
Başörtüsü pek çok kamu kurumunda ve orduda yasaktı. 1999’da Fazilet Partisi milletvekili Merve Kavakçı başörtüsü taktığı için meclis oturumundan atılmıştı. Bugün ise başörtüsünün bu denli tartışmalı bir konu olmadığı izlenimi var. Başörtüsünün bir siyasi sembol olarak giderek daha az ya da daha fazla etkili bir hale geldiğini düşünüyor musunuz?
Kesinlikle daha az etkili. Ana muhalefet partisi ve Türkiye’de laikliğin daimî destekçilerinden olan CHP’nin lideri bile başörtülü kadınlarla kameralara poz veriyor. CHP’nin başkan adayı Muharrem İnce, seçimden önce başörtülü annesi ve kız kardeşi ile seçim meydanlarındaydı. Bu yönden [başörtüsünün] normalleştiğini söyleyebiliriz. İnsanlar, başörtüsünün günlük hayatın bir parçası olduğunu ve bunun, eskiden arzu edildiği gibi, kamusal alandan çıkaramayacağımızı kavramış durumda. Başörtülü bir tıp doktoru ya da uçuş görevlisi görmeyi sorun olarak addeden insanların sayısı giderek azalıyor. Birçok kişinin başörtülü bir kadının da şehirli ve eğitimli olabileceğini kabullendiklerini düşünüyorum.
Öte yandan, Türkiye’de bir alışveriş merkezine giderseniz, türbanlı mağaza çalışanı göremezsiniz. Özellikle moda sektöründe, başörtülü bir kadının aynı zamanda iyi görünümlü olup olamayacağı hakkında tartışmalar var. Ama devlet dairelerinde başörtülü kadınların hizmet vermesi, çalışması yaygın hale geldi.
[Çalışmamda] görüştüğüm başörtülü ya da başörtüsüz kişilerden bazıları, İslami kesimin siyasi, sosyal ve ekonomik güç sahibi olması nedeniyle başörtüsünün moda haline geldiğinden yakındılar. Başörtüsü ile bu güç sahibi kesime ait olduklarını gösteriyorlar. Giderek artan sayıda dindar kadın ve erkekten duyduğum şu: Başörtüsü ve [erkeklerin sağ ele alyans takması gibi] İslami görünümler artık ‘moda’ oldu.
Başörtüsü yasağı, 1980 darbesinden sonra, 1982 yılında getirilen düzenlemelerden biriydi. Ancak yasaklanan tek ley bu değildi: Örneğin erkek devlet memurları ve üniversite öğrencilerinin de saçlarını uzatmaları ya da sakal veya favori uzatmaları da yasaklanmıştı.
Bıyık bırakmak da. ‘Uygun’ addedilen bıyık modelinin de ayrıntılı bir tanımı vardı. Ama bu konular hem literatürdeki hem de kamusal alandaki tartışmalarda yer almadı. Hiç kimse bunları önemsemedi. Yasaklar ve İslami görünümleri hep dindar kadınlar üzerinden tartışıyoruz. Dindar erkekler ise gözden kaçıyor.
Genellikle muhafazakâr Müslüman kadının giyimine muhafazakâr Müslüman erkeğin giyiminden daha fazla politize ediliyor. Kitabınızda dindar erkeklerin ‘kuralları eğip bükme’ konusundaki özgürlüğünden bahsetmiş ve bunun sonucunda erkeklerin kurallara uygun giyinmesinin bir seçenek olduğunu belirtmişsiniz. Ama söz konusu kadınlar ve başörtüsü olduğunda insanlar kuralları çiğnemeye daha az istekli. Bu cinsiyetler arası fark ve arkasındaki sebepten bahsedebilir misiniz? Bu basit bir cinsiyetçilik örneği mi?
Cinsiyetçilik diyemem buna, daha çok toplumun ataerkil yapısıyla ilgili. Evet, başörtüsü kamusal alanda yasaktı. Fakat dinin ataerkil yorumları da aynı şeyi söylüyor: “Kadınlar kamusal alanda olmamalı”. Yani seküler rejimin isteği ve dinin ataerkil yorumlarının arzusu bir şekilde benzer: Kadının yeri evi ve erkekler dışarıda [kamusal alanda] para kazanırken kadının görevi evde çocuklara bakmak. Böylelikle kamusal alanda en görünür olan erkek. İstanbul’da belirli modellerde bıyık bırakmış, bileklerinin üstünde dar pantolon giyen, nargile kafelerde takılan erkekler var. Bunlardan bazıları dindar. Ama dar kesim pantolonlar İslami kurallara göre [erkeklere de] yasak.
Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan muhafazakâr kesimden birçok kişi için rol modeli. Erdoğan tarzı bıyık ve kareli ceketler ile yelekli takım elbiseler ise AKP içerisinde yükselmek isteyenler için neredeyse bir gereklilik haline gelmiş durumda. Emine Erdoğan da birçok muhafazakâr kadın için modaya yön veren bir figür [trendsetter].
Bu da yine güce sahip olanlarla kendini ilişkilendirme, onlara öykünme ve kendini köylü, kırsal kesimdekilerin başörtüsü tarzından ayrıştırma ile ilgili. Tayyip Erdoğan karizmatik bir lider, AKP destekçileri için güçlü bir figür. Bu açıdan insanların neden onun tarzını kopyaladıklarını anlayabiliriz. Emine Erdoğan ise Türkiye’deki pek çok başörtülü kadının stil ikonu. Mesela ‘Emine Erdoğan tarzı’ eşarplar vardı, çift taraflı, belirli bir tarzda bağlanan eşarplar. Erdoğanlar’ın ne giyeceklerini, nasıl kombinleyeceklerini belirleyen stil danışmanları olduğu kesin. Onlar için özel olarak ürün tasarlayanlar olduğunu sanmıyorum ama onlara yardımcı olan alışveriş asistanları ve danışmanları olduğu kesin. Birkaç hafta önce Erdoğanlar Brüksel ziyaretinde iken Emine Erdoğan alışveriş yapmak için bir butiği kapattırmıştı meselâ.
Ama bu, ülkedeki tüm başörtülü-başörtüsüz kadınların Emine Erdoğan’ın tarzını hoş buldukları anlamına gelmiyor. Benim çevremde Emine Erdoğan’ın giyim tarzını kötü bulan pek çok başörtülü ya da başörtüsüz kadın var. Aynı şekilde, her zaman yüksek, dolgu topuk ayakkabılar giyen Hayrünisa Gül’ü de eleştirirlerdi. Gül çifti İngiltere’de resmi bir ziyaretteyken Kraliçe Elizabeth bile Hayrünisa hanımın topuklu ayakkabılarıyla dalga geçmişti. Kısacası Emine Erdoğan ve Hayrünisa Gül’ün giyim tarzlarını takip edenler olduğu kadar sert şekilde eleştirenler de var.